Abhazya Gazeteciler Birliği Başkanı “Ahidz-Apşa” madalyası III.derecesinin sahibi, Abaza-TV” Kanal Müdürü Ruslan Haşıg 14 Haziran'da 60.yaşını kutlayacak. Bizde DAK Bilgilendirme Portalı olarak kendisi ile bir röportaj gerçekleştirdik.

Röportaj: Arifa Kapba

— Ruslan Mkan-ipa, aslen nereli olduğunuzu, çocukluğunuzun nerede geçtiği ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?

— Benim memleketim Abaza köyü Huap. Büyük bir ailesi olan biriyim: altı kardeşiz ve ben ailedeki beşinci çocuğum. Okula girme dönemimde amcam Nikuala Çif-ipa’nın (ünlü Abhaz yazar Nikuala Haşıg) da dahil olduğu tabiri caizse bir aile toplantısı gerçekleştirildi. Amcam Gantiadi (bugün Tsandrıpş köyüne bağlı bir bölge) yatılı okulunda okumamı istiyordu. Ailem uzun süre bu fikre yanaşmadı. Fakat amcam, “altı çocuktan birinin bile geleceğini belirlemek hakkım değil mi?” deyince herkes ikna olmuştu.

Atalarım XIX. yüzyıl trajedisinde (Abhazların topraklarından sürülmesi) Pshu’dan (dağlık köy) Lzaa’ya, sonra Othara (Garp), ve sonunda Haup köyünde Dbaraa rhu tepesine şuan yaşadığımız yere, dedemin dedesinin yerleştiği köye geliyorlar. Dedem, babam ve amcam eve karşı olan özel tutumlarını hep korudular. Büyük evimizin geleneklerini bugün küçük kardeşim Aslan sürdürüyor, ocağımızın koruyucusu O.

Örneğin amcam burada Suhum’da yaşıyordu ama “eve gidiyorum” diyorsa, bu Huap’da ki ev demekti. Bizimde bu konudaki tutumumuz aynı.

Her yaz amcamla beraber dağa çıkar dinlenirdik. Aynı yerde, dağların çayırlarında, birçok eser yazmıştı, periyodik olarak bir şeyler okumamı teklif eder, sonra da dağlardaki farklı olayları tarif etmemi isterdi. Belki de gazetecilik mesleğim o zamanlar başlamıştı. Henüz okul sıralarındayken çocuk dergisi “Amtsabz” ve “Apsnı” gazetesine yazmaya başlamıştım. Daha sonra kendileriyle tanıştığım bu yayın evinin çalışanlarının, mektuplarıma cevap vermeleri beni en çok duygulandıran şeydi. En çok sevindiren ise yazdıklarımı “Amtsabz” da görmekti. Yayınladıkları eserim için ilk defa ücret aldığımdaki duygumu tarif etmem imkansız.

— Okuldan sonraki öğrenim hayatınız nasıl gelişti?

— Hem beşeri hem de teknik konularda derslerim çok iyiydi. Bu sebeple meslek seçimine karar vermek çok zordu. Nedense tarih fakültesine girmeye karar verdim. Suhum Pedagoji Enstitüsü Tarih Bölümüne alınacak 15 yer için büyük bir talep vardı – ve ben kazanamadım.

Sonuç olarak, 1977'de Filoloji Fakültesine girdim. Tabi ki, sorunsuz bir şekilde olamazdı. Neredeyse sınav yapanların şahsi sorunlarını açıklığa kavuşturmalarının kurbanı oluyordum. Ama amcam ile aynı meydanda yaşayan yazar Boris Almashan-ipa Gurgulia benim yardımıma yetişmişti. Barış meydanında, enstitünün önünde elimde dosyayla dikildiğimi görünce bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Hatta rektör Zurab Vianor-ipa Açba bile olaya müdahil olmuştu. Nihayetinde adalet sağlanmış, daha önce bana verilen 3 silinerek hak ettiğim not – 5 koyulmuştu. Buradaki en ilginç şey, daha sonra bu tartışmayı yaşadığım öğretmenin dört sınavından da geçip, her seferinde mükemmel bir not almamdı.

Eğitimime devam ederken bir yandan da gazetelerle işbirliğimi de sürdürüyordum. Yazdıklarımı okuyan Abhaz televizyonunun Başkanı Şamil Pipia, Tiflis deki Gazetecilik Fakültesine gitmekten mutluluk duyacağımı düşünmüştü. Tüm bunlar, yeni açılan ulusal televizyon kadrosuna yeni, deneyimli gençlerin alınması ihtiyacı ile doğmuştu. Sonra bir gün, Zurab Argun ve Garry Dbar (Abhazya'nın tanınmış gazetecileri) ile beni, enstitünün rektör yardımcısı ofisine çağırdılar ve ciddi bir atmosferde Tiflis Devlet Üniversitesi'nde gazetecilik fakültesine kaydedildiğimizi söyleyen evrakı okudular.

Tiflis'e transferimin onayı imzalanmış olmasına rağmen hemen hiçbir yere gitmeyeceğimi söyledim. Partinin şehir komitesinde, parti ofislerinde çok uzun zaman benimle konuştular. Reddim bir meydan okuma olarak algılanmıştı.

— Neden reddettiniz?

— Buna hazır değildim. Sadece ikinci sınıftaydım, buraya girdiğimi ve birkaç yıl burada öğrenim görmeyi çok istediğimi ve sonrasının zamanla kendisini göstereceğini söyledim. Sanki olacakları hissetmiştim.

— O dönemde gerginliği hissediyor muydunuz?

— Yani, 1979 yılında tüm bunlar başlamıştı, artık açıkça hissediliyordu. Bir öğrenci olarak amcamın evinde yaşadığım için tüm bu mektupları okuyordum. Örneğin, ünlü Abhaz mektubu «130. mektup » (Abhazya'nın Sovyetler Birliği'nin liderliğine ülkedeki zor durum ve Abhazya'nın Gürcistan'dan ayrılma gereği ile ilgili mektubu) o mektubu Moskova’ya gönderilmeden önce– Boris Almashan-ipa ve amcam okuyarak birbirlerine uzatırken okumuştum. 1978 yılında gerçekleştirilen protestolarda bir üniversite öğrencisi olarak aktif bir şekilde yer almıştım.

Sonuç olarak Tiflis’e gitmemiştim. Ancak bir yıl sonra Moskova Devlet Üniversitesi gazetecilik bölümüne transfer fırsatım oldu. Tabii ki, oraya transfer olmak isteyen çok sayıda rakibim de vardı, ancak başvuranın medya ve yayınlarla çalışma becerisine sahip olması şartı vardı. O dönemde benim çok faza yayınlanmış yazım bulunmaktaydı.

Bütün bunların arkasında tartışmalar olduğu ortaya çıktı. Hiçbir şey bilmiyordum ki – derslerim çok iyi olduğu için Abhaz turist gurubuna bir bilet kazanmıştım ve Moskova'daki Olimpiyat Oyunları'ndaydım. Hatırlıyorum Moskova’yı ve Olimpiyat oyunlarını görmüş olmaktan memnun bir şekilde dönmüş ve dinlenmek için dağa çıkmıştım. O arada Suhum da ise transferimle ilgili sorunlar dönüyormuş. Daha sonra bir elçi yolladılar ve birkaç gün içinde Tiflis'e gittim, Orta ve Yüksek Öğrenim Bakanlığı'ndaki gerekli belgeleri tamamladım.

Bu belge paketiyle Moskova'ya uçmam gerekiyordu, fakat orada da beni engeller bekliyordu. Suhum havaalanında yakıt eksikliği yüzünden üç gündü uçuşlar gerçekleştirilemiyordu. Havaalanı insanlarla doluydu, bende elimde acil Moskova’ya ulaştırılması gereken belge paketimle ve biletsiz olarak aralarında dikiliyordum. Havaalanı müdürü Radion Tarkil’e bu paketi gösterip problemimi nasıl anlattığımı bugün gibi hatırlıyorum. Aslında çok utangaç bir gençtim, öyle bir cesaretin nereden geldiğini anlayamıyorum ama şunları söylediğimi hatırlıyorum: “Beni Moskova’ya ulaştırmazsanız bu paketi yırtar Huap’a dönerim ve öğrenimimi bırakırım. Moskova Devlet Üniversitesi öğrencisi olup olamayacağım Size bağlı”. Havaalanı müdürü bana anlayışla yaklaştı ve uçuşun kaptanı, pilot Hariton Ğuncia’yı yanına çağırarak şunları söyledi: “Bu çocuğu Moskova’ya götürmen lazım. MDÜ öğrencisi olup olamayacağı şuan seninle bana bağlı”, dedi. Ve ben ТУ-134 uçağının pilot kabininde Moskova’ya kadar ayakta uçtum.

— Ruslan Mkan-ipa, Moskova’daki eğitim yıllarınız size ne kattı?

— Moskova — benim için her şeyden önce çevre. Sınıfımızda 270 öğrenci vardı. Grubum bilgi ajansıyla çalışmak konusunda uzmanlaşmıştı ve danışmanlığını, en büyük ve en önemli Sovyet haber ajansı “TASS” yapıyordu. Tüm eğitim sürecine ek olarak, her hafta bir kez uygulama günümüz olurdu, TASS ajansının çalışma ofislerinde yapılırdı. Yaz tatili boyunca kimse bizi salmazdı. Sovyetler Birliği'nin haritasını gösterir ve uygulama için herhangi bir bölgeyi seçmemiz önerilirdi. Ev hariç istediğimiz her yere gidebilirdik. Hala zevkle hatırladığım ilk uygulamam, Fazil İskender'in bir zamanlar çalıştığı “Bryansky Komsomolets” gazetesinin editör ofisinde idi.

Bryansk gazetesinde, Büyük Vatanseverlik Savaşı’nda haber alınamadan kaybolduğu söylenen Gıtsba sülalesinden bir yurttaşlarımızın izini bulmayı başarmıştım. Bzyb köyündendi. Partizan hareketinde Bryansk ormanlarında olduğu ortaya çıktı, orada şehit olmuştu. 70'lerde uzun süre onu aramış ve bulamamışlardı. Bense bu konuya kayıtsız değildim. Moskova Podolsk şehrine giderek askeri arşivlerde dayılarımı annemin üç kardeşini aramıştım. Biri Fin savaşına, diğerleri Büyük Vatanseverlik Savaşı'na gitmiş, hiçbiri geri dönmemişti ve ben de onların izlerini arıyordum. Bu sebeple bu konu bana yakındı.

Sonra 1983 Eylül'ünde büyük makalem "Apsny" gazetesinde yayınlandı — Gıtsba’yı aramam ile ilgili bir deneme yazısı hazırladım, bu yazıyı fakültede uygulama analizi olarak da sundum. Büyük ilgi uyandırdı ve hatta "Sovyet Yurtseverleri" yayınında bile yayımlandı. Hatta bana hatıra bir hediye bile verdiler — hatıra yazıtlı bir yelkenli gemi.

— MDÜ bitirdikten sonra ilk çalıştığınız yer “Apsnı” gazetesi miydi?

Orada 1985 yılında tercümanlar bölümünde çalışmaya başladım. Birçoğu şimdi baskı işlerini görmezden geliyor, ama bu çok gerekli bir okul! Her durumda, gazetecilik bir kalemdir, bir kağıttır, şimdi bir bilgisayardır, ama yine de yazmak zorundasınız hele ki, bizim gibi iki (Abhazca, Rusça) dili kullanırken. “Apsnı” gazetesinde geçirdiğim beş yılı kesinlikle kayıp olarak görmüyorum.

Daha sonra, büyük aktör, büyük gazeteci - Huta Jopua’nın başkanlığını yaptığı mektup departmanında, endüstri ve ulaşım departmanında görev aldım. Onunla aynı ofiste oturmak bile bir zevkti. Şalikua Kamkiya da oradaydı, spor bölümünün başkanıydı, hatta okul yıllarımda mektuplarımı cevaplayan editör Georgiy Janaa'yı da bulmuştum burada. Burada çok sıcak karşılandım, aynı dönemde arkadaşım Enver Arcenia (şimdi çok ünlü bir Abhaz gazeteci) da burada çalışmaya başladı. Bir zaman sonra Daur İnapşba’da (şimdi ünlü bir Abhaz gazeteci) aramıza katıldı. 1989 olayları gerçekleştiğinde (Abhazlar ve Gürcüler arasında Suhum sokaklarında ve meydanlarında yaşanan açık çatışmalar), biz çok gençtik, aktif tik ve her sayımızda o zaman gerçekleşen tüm olaylar hakkında materyaller yayınladık.

— Televizyona da o dönemde mi geçtiniz?

— Evet, o dönemde ilgi çekmiştik. Ve Abhaz televizyonunun baş editörü Vladimir Zantaria istifa ettiğinde, Devlet Televizyon ve Radyo Yayınları Kurumu Başkanı Şamil Hüseyin-ipa Pilia, yalnızca üçümüzü televizyona getirdiğinde onun istifasını kabul edeceğini şart koşmuştu. Uzun süre tereddüt ettik. Buna hazır değildim, çünkü televizyonculuk okumamıştım, ancak üçümüz - Daur İnapşba, Enver Arcienia ve ben bir gün istifa mektubu yazdık ve gazeteden istifa ederek televizyona geçtik, bu gazete editörümüz Sergey Kuatsnia için büyük bir darbe olmıştu.

1990 Şubat ayıydı. Zurab Argun, Garri Dbar ve Otar Lakırba orada çalışıyorlardı ve bizde aralarına eklenmiştik. Bir hafta sonra, Vladimir Zantaria, Yazarlar Birliği'nde çalışmaya geçti ve biz editörsüz kaldık. 9 Nisan 1990'da Şamil Hüseyin-ipa Piliya, Abhaz televizyonunun baş editörünün seçilmesi için bir oylama yaptı. Ve böylece beni seçtiler.

— Ve o dönemde, 1992-1993 Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında ve hatta daha sonra da Abhaz televizyonunun baş editörlüğünü yaptınız. Bu dönemde televizyon yayıncılığında bulunan insanlarının çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

— Savaş sırasında ve arifesinde bu görevde olduğum için gurur duyuyorum. O zamanlar bu kadar arkadaş canlısı bir takımımız olmasaydı böyle değerli gazeteciler olamazdık. Başta, Leonid Agrba, Daur Korsaya, Daur Kiut başkanlığındaki teknik personel. Televizyon demek – öncelikli olarak teknik altyapı demektir. Yaşıt, genç insanlardık ve birbirimizi çok iyi anlıyorduk. Birlikte çalışır ve birlikte yaratırdık, yayının başlamasını bekler ve yayın bitene kadar kimse evine gitmezdi. Toplumda çok ciddi olayların gerçekleştiğini gördük ve bizim için en önemli şey, insanların neler olduğunu anlayabilmesi için bu olayları layığı ile aydınlatmaktı. Televizyon faktörü büyük bir rol oynadı, çünkü tek bilgi kaynağı buydu. Daha sonra, Doğu Cephesi zor koşullara düştüğünde, insanlar bir radyo olduğunu hatırladılar ve her yönden radyo alıcıları aradılar.

Savaşın sonuna kadar radyo ana bilgi kaynağı haline geldi. Panik yapmadık, çekip çekmeme konusunu hiç sorgulamadık. Her zamanki gibi çalışmaya devam ettik, sadece artık sıradan ve politik olayları değil savaşı çekiyorduk. Çok fazla teknik imkan yoktu, kelimenin tam anlamıyla iki kamera vardı, ama büyük bir yaratıcı potansiyele sahiptik - bir seferde birbirlerinin yerine geçmeye hazır beş çekim ekibimiz vardı. Her gün yayına çıkıyorduk.

Ne yaptığımızı çok iyi anlıyor ve her gün çalışmalarımızın sonuçlarını görüyorduk. Ancak diğer yandan, büyük bir sorumluluktu. Savaş hakkında bilgilendirme-aydınlatma [teorik ve önceden] öğrenilemeyecek kadar karmaşık ve zor bir şeydir. Erkeklerimizin savaş meydanlarında savaşçı olmayı öğrenmeleri ile aynıydı bizim çekim ekibimizinde savaşı çekme konusunda uzmanlaşması. Genel açı almak ama bunu yaparken askerlerinin yerini belli etmemek, koordinatlarını açığa çıkarmamak mümkün mü gibi birçok inceliği vardı… Çünkü bize bunlar öğretilmemişti. Bunu her gün yaparak öğrendik, aynı zamanda hatalar da yaptık.

Örneğin korkunç 14 aralık trajedisi (Abluka altındaki Tkuarçal şehrinden Gudauta’ya çocuk ve kadınları taşıyan helikopterin Gürcüler tarafından Lata köyü tepesinde vurularak düşürüldüğü gün) olanları bildirmek gerekiyordu ve bilginin peşinde Tkuarçal'dan çıkan ikinci helikopterde bulunan insanları bulduk ve onarı videoya kaydettik. Aktarılan haberlere göre helikopterde hiç asker yoktu, sadece siviller vardı ama röportaj yaptığımız insanın üstünde üniforma vardı ve biz o hengâmede bunu gözden kaçırmış dikkat etmemiştik.

Abhaz televizyonunun çalışanları Abhazya'da savaş yasalarına göre tahliye edilen tek kurumdu. Üç gün içerisinde Suhum'dan Gudauta'ya tamamen tahliye ettik, dördüncü gün orada bir üs oluşturduk ve bunların hepsini yayınlamaya ara vermeden yaptık. Sadece bir gün 17 Ağustosta yayın yapamadık. Sadece bir gün bile insanlar yayınımızın olmamasına tahammül edememişti, çünkü neler olup bittiği hakkında bir tek bizden bilgi alabiliyorlardı. Bütün bunları özetlersek, ulusal aydınlarımız bir ulusal televizyon yaratma sorusunu gündeme getirdiklerinde en çok kökene baktıklarını söyleyebiliriz. Televizyonumuz olmasaydı ve 1992'de televizyonsuz olarak bu savaşın içinde kalsaydık, olayların nasıl sonuçlanacağını ve kaderimizin nasıl olacağını bilmiyorum.

O zaman o zor koşullarda yaratmayı başardığımız arşivin bugün ki durumu hakkında endişelerim var. Sadece tek bir karesini bile kaybedersek, tarihin önünde suçlu oluruz, arşivi dijital hale getirmenin ve güvenlik amacıyla farklı yerlerde saklanması için devlet arşivine aktarmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hükümet ve AGTRK yönetimin bu kararı hızlı bir şekilde vermesi ve bu çalışmayı finanse etmesi gerekir, böylece askeri arşivin “altın fonundan” tek bir kare bile kaybolmamış olur.

— Ruslan Mkan-ipa, Siz bir gazeteci olarak, Ağustos 1997’de Tiflis’e yaptığı seyahatte Abhazya’nın İlk Devlet Başkanına eşlik ettiniz, olay yerinden bir röportaj yaptınız. Kamera arkasında yaşananlar hakkında da biraz bilgi verebilir misiniz?

— O dönemde artık Abhaz televizyonunda çalışmıyordum, 1994'te ayrılmıştım ve Rusya’nın ORT (artık Kanal-1 diye geçiyor) kanalı için Abhazya’da bir muhabir merkezi oluşturmaya çalışıyordum. Daha sonra NTV kanalının Abhazya'daki muhabiri oldum ve ondan sonra Vladislav G. Ardzınba tarafından davet edildim. Bana bir gezi planı olduğunu ve bu seyahatte kendisine eşlik etmemi istediğini söyledi. Açıkçası, Ağustos 1990’da SSCB’nin Yüksek Konsey Milletvekili olarak röportajını ilk kaydettiğimden itibaren Vladislav Grigori-ipa ile sıklıkla iletişim kurma fırsatım olmuştu. O zamandan beri, savaş sırasında ve sonrasında, tüm önemli yolculuklarında, 3 Eylül 1992'de Moskova'da düzenlenen ünlü toplantıda (Vladislav Ardzınba, Boris Yeltsin ve Eduard Şevardnadze arasındaki müzakereler) dahil olmak üzere, ona hep eşlik ettim.

Sıcak, güvene dayalı bir ilişkimiz vardı ve bu yüzden, onunla bir kez daha gitmemi önerdiğimde, tereddütsüz kabul ettim [sadece] küçük bir tereddütle Tiflis'e gidip gitmeyeceğimizi sordum. Bu gezi hakkında bazı söylentiler duydum ve beni bu konuda bilgilendiren kişi, Cumhurbaşkanı'nı caydırmaya çalışmamı söyledi. Bunların hepsini Ardzınba'ya söyledim. Vladislav Grigori-ipa, girişiminin Rusya Dışişleri Bakanı Evgeniy Primakov'dan geldiğini söyledi ve ayrıntılı olarak şaşırtıcı rotadan bahsetti. Primakov Soçi'deydi, Adler havaalanından hükümet uçağıyla uçtu ve Ardzınba liderliğindeki Abhaz heyetini almak için Gudauta askeri havaalanına iniş yaptı.

Vladislav Grigori-ipa’dan Adler'e gelmesini ve oradan Tiflis'e uçmasını da isteyebilirdi, ancak böyle saygılı bir jest yapmayı tercih etti. Tiflis'te, Ardzınba’nın gelişini ancak sınırlı sayıda insan biliyordu. Havaalanına uçtuk. İlk önce ben ve kameraman Mizan Lamia, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Korumaları indik. Tiflis gazetecileri Primakov’u ve yanında Ardzınba'yı gördüklerinde, neler olduğuna inanamadılar. Sadece Primakov'u bekliyorlardı ve bu nedenle şok oldular. Gürcistanlı gazeteciler ve ben havaalanından Gürcistan Devlet Başkanlığına giderken, Ardzınba'nın geldiğini zaten görüş olmalarına rağmen gerçekten onun olup olmadığını ve bunun nasıl mümkün olabileceğine inanamayarak tekrar-tekrar sordular. İlk önce delegasyon liderleri, Primakov'un da varlığında ilk toplantısını yaptı, ardından Ardzınba ile Şevardnadze arasında birebir uzun bir konuşma gerçekleşti. Gazetecilere brifinge çıktıklarında, gerçek bir muhabir ve operatör izdihamı vardı. Şevardnadze, müzakerelerin uzadığını ve ertesi gün devam edeceğini söyledi. Şok olduğumu hatırlıyorum: Ardzınba neden orada kalmak zorundaydı? Ne Vladislav Grigori-ipa’nın ne de bizim [önceden] [bu konuda] herhangi bir bilgimiz yoktu, her şey müzakereler sırasında gelişmişti.

Hala bu olaylara dönüp kendi kendime bu geziyi neden yaptığını soruyorum: oraya gitti çünkü otoritesi mi yoktu? Reytingi mi düşüktü, imajını mı yükseltmeliydi? Kesinlikle hayır! 1997 yılında tüm bu göstergeler en üst seviyedeydi. Vladislav Grigori-ipa'nın ülkedeki iç durum için çok endişeli olduğunu tamamen anlıyordum – abluka altında dördüncü yıldı, savaş şartları bile neredeyse daha kolaydı. Erkeklerin Abhazya dışına seyahat etmeleri yasaktı, ekonomi korkunç bir düşüş yaşamıştı, Abhaz toplumunun böyle bir gerginlikte yaşaması çok zordu. Ve Vladislav Grigori-ipa, siyasi pozisyonundan vazgeçmeden ablukayı nasıl yumuşatabileceğine, nasıl bir çıkış bulabileceğine bakıyordu. Sınır rejiminin de değişeceğini ve ülkenin sonunda gerçek bir ekonomik hayat yaşayacağını umarak siyasi esneklik gösteriyor, inisiyatifler öne sürüyor, bazı önerileri kabul ediyordu. Fakat aynı zamanda temel kurallardan taviz vermiyor ve kırmızıçizgiyi asla geçmiyordu.

— Abhazya özel televizyon kanalı “Abaza-TV”nin ilk müdürüsünüz. Kanalın, ilk yıllarından bugüne kadar olan gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

— Sahte duygu yüklü sözlere boğmadan şöyle söyleyebilirim, 26 Haziran 2007'de yayına girdiğimizde, ilk röportajımı yazdığımdaki duyguları yaşadım. Birçoğu bizi önlemeye çalıştı, herkese Abhazya koşullarında özel bir televizyon kanalı oluşturmanın imkansız olduğunu söylediler. Bu teklifi işadamı Beslan Butba'ya verdiğimde, onunla şahsen tanışmıyordum bile. Bana sorduğu tek şey şu oldu: bir kanal yaratmak için yeterli potansiyel - kadro, yaratıcı, teknik ekip var mı? Benim için dışarıdan birini almadan, bu kanalı Abhazya personeli ile birlikte kurmak çok önemliydi. Beslan Butba’nın finansal gücü ve benim yaratıcı ve profesyonel temaslarım bize çok deneyimli, saygıdeğer gazetecileri davet etme olanağı sağlıyordu. Fakat biz böyle yapmadık. Ve şimdi Abhazya'nın bilgi alanının neredeyse önemli bir bölümünü temsil ederek 12 yıldır her gün yayındayız. Bugün "Abaza-TV" yayına çıkmazsa, acil durum alarmı yaşanır, insanlar ne olduğunu sorar. Bu benim için en büyük başarı.

Her zaman Şamil Hüseyin-ipa Pilya'nın 1990'da Abhaz televizyonunda bana verdiği öğütle: “yayın-mutlak özgürlüktür, yayın- şuan benim yaptığım gibi yukarıdan sansürlememektir” ile devam ediyorum. Kanalımızın başarısı hem o zaman hem de şimdi bu mantıkta saklıdır. Bunu her gün ekibime ve her yeni çalışanıma söylüyorum.

Bugün çalışanlarımızın yüzde 95'i ilk röportajlarını “Abaza-TV” kanalında yapan kişilerdir. 12 yıl boyunca üç kadro değiştirdik, ancak çekirdek kadromuz hep yanımızda ve kapılarımız daima açık. Bize gelenlerin çoğu “sokaktan” diye tabir ettiğimiz gazetecilik eğitimi olmayan, bu işe gönül vermiş kimselerdi. Şimdi hepsinin iyi bir reytingi ve kendi hayran kitlesi var. Ve her biri çalışmalarında, bir zamanlar benim Şamil Hüseyin-ipa dan aldığım özgürlüğü alıyor. İletişimimiz sabah saatlerinde planlama toplantısında gerçekleşir, daha sonra gazeteciler olayları öğrenir, yazar, montajını yapar, gördükleri ve anladıkları gibi yayınlarlar. Sadece zorlandıkları, bazı nüansları çözmemi istedikleri şeyler olduğunda, beni aradıklarında müdahil olurum. Bir gazeteci, kendisinden sonra yönetici ya da editörün habere bakacağını düşündüğü zaman, materyalinden sorumlu olmaya devam etmez, rahatlamaya başlar.

Muhabir, olayı onun gibi göremediğimi, çünkü orada olmadığımı anlamalı. Bu nedenle “Abaza TV”nin temel başarısının bir gazetecinin iç özgürlüğü olduğuna inanıyorum, ancak bu doğrudan gazetecinin sorumluluğuyla da orantılı bir durum. Muhabirimiz eğer bugün bu sorumluluk duygusunu kaybederse yarın kanala gelmesine hiç gerek yok. Kanalımızın otoritesi bu yönde. Kanılımızda herhangi birine, herhangi bir siyasi otoriteye –muhalefet, iktidar gibi birilerine karşı yanlı yayın yapma gibi bir tutumu olamaz. Önemli olan tek şey gerçeklerdir!