DAK Bilgilendirme Portalı olarak doğum gününün arifesinde, vatanından uzakta «apsuara» gelenekleri ile yetiştirilmiş, daha sonra anavatanına dönmüş olan mühendis, Abhazca-Türkçe tercümanı Hayri Kutarba ile ilgili bir yazı hazırladık.

Arifa Kapba

10 Nisanda, Bagrat Şinkuba’nın ünlü eseri «Son Ubıh»ı sayesinde Türkiye’de herkesin okuyabildiği Hayri Kutarba’nnın 60.yaş günü kutlanacak. Büyüklerinden çocukluk yaşlarından itibaren anavatan sevgisini alan ve çok küçüklüğünden beri iyi derecede Abhazca konuşan Kutarba, 90’lı yıllarda Abhazya’ya faydalı olabilme umudu ile Türkiye’de bir basın evi açmış. Kutarba çevirmenliğinin yanı sıra “Sürgün” adlı romanın da yazarı. Ayrıca Abhazya Yazarlar Birliği üyesi. Hayri Kutarba’nın biyografisindeki bir önemli satır da – 14 yıldır anavatanında, Gulripş’ta yaşıyor olmasıdır.

Türkiye’de eşsiz ismi ile bir Abaza köyü

Hayri Kutarba Türkiye’nin Düzce şehrine bağlı Esmahanım köyünde doğmuş. Kutarba’nın iddiasına göre köy adını bir Abhaz kadından almakta. Esma, on dokuzuncu yüzyılda bu topraklarda yaşayan Abhazların lideriydi. Bu hanım tanınmış Dzapş-İpa sülalesine mensuptu. Esma Dzapş-İpa sürgün döneminde Abhazya’nın Akapa köyünden Türkiye’ye getirilen insanların lideri oldu.

Hayri Kutarba, “Çok kısa bir zaman önceye kadar Türkiye’de bir kadının şerefine köye isminin verildiği tek köydü. Köyün bir kadının ismini taşıması Türkleri çok şaşırtıyordu”, diyor.

Hayri’nin büyük dedesi Bazala da bu köyde yaşamış. Daha sonrasında Hayri’nin dedesi, babası ve Hayri burada dünyaya gelmişler. İlerleyen dönemde Hayri Kutarba’nın ailesi Düzce şehrine yerleşmişler. Okulu bitirdikten sonra doktor olmak isteyen Hayri Ankara’da tıp okuluna girmiş. Fakat burada öğrenim hayal ettiği gibi olmayınca bambaşka bir mesleğe yönelmiş. Hayri İstanbul Teknik Üniversitesinde inşaat mühendisliği bölümüne girmiş. Bu olaylar Hayri’nin çok yönlü bir insan olduğunun adeta bir göstergesi. İlerleyen zamanda tercüman, yazar ve basımcı olması hiçte şaşırtıcı olmasa gerek.

Dillerin karışması

Hayri’nin ilk olarak konuştuğu dil, ailede konuşulan dil olan Abhazca imiş. Ancak, o yıllarda, Türkiye'de küçük ulusların kendi dillerini konuşması pekte teşvik edilmiyormuş.

Hayri Kutarba, “Türkiye’de o dönemde asimilasyon politikası yürütülüyordu. Sıklıkla Türk yetkililer Abhaz ailelerin büyüklerini toplayarak, çocuklarına Abhazca öğretmemelerini, böyle giderse Türkçe öğrenemeyeceklerini, Türk toplumuna adapte olamayacaklarını, eğitimi olmayan “köylüler” olarak kalacaklarını söylüyorlardı. Babalarımızı böyle kandırıyorlardı ve ben o dönemleri hala çok iyi hatırlıyorum”, diye anlatıyor.

Hayri’nin büyükannesi Türkçeyi hiç bilmiyor, dedesi biraz bilmesine rağmen torunlarıyla Abhazca konuşmak istiyormuş. Sürgünler dilin korunmasının - anavatan ile bağın korunması demek olduğunu çok iyi anlıyorlardı. Hayri’nin annesi Türkçe biliyormuş Okulda zaten Türkçe öğreniliyormuş. Böylelikle etrafta yetişen Abhaz ailelerin çocukları için “dillerin karıştırılması” normal bir durum olmuş. Bu jenerasyonun çocukları hem Abhazca hem de Türkçeyi iyi konuşan bir nesil olmuş. Hayri Kutarba Türkçenin genelde aile dışındaki topluluklarda öğrenildiğini vurguluyor.

Kutarba, “Türkçeyi bize öğreten sokaklar ve okuldu, hatta öyle bir dönem gelmişti ki [dil öğrenme sürecinde] hiç farkına bile varmadan Türkçeye geçmiştik, özellikle şehre yerleştiğimiz dönemde”, diyor.

“Abhazya’yı masallardan öğrenirdik”

Hayri Kutarba’nın Adzınpha olan büyükannesi Türkiye’ye Krasnaya Polyana yakınlarından (şuan ki Rusya’nın Soçi kentine 64 kilometre mesafede şehir tipi yerleşim yeri) sürülenlerdenmiş. Büyükanne harika Abhazcasıyla torununa anlattığı birçok masal biliyormuş.

Hayri, “Büyükannem bizleri (çocukları) masallarla büyütüyordu. Daha sonralarda bu masalları öğrendim ve kaydettim. Büyükannemden tam 18 masal kaydetmiştim. Bunlar arasında “Gagra yolunu kapatan adam” hikayesi de vardı. Onu soru yağmuruna tutardık. Gagra nerede ki? Gagra Abhazya’da mı? Gibi sorularla masallardan Abhazya’yı tanırdık”, diye hatırlıyor.

Kutarba, daha yaşlı kuşakların bilinçli olarak asla çocuklarına Türkiye'ye zorla sürülmeleri sırasında yaşadıkları acıları anlatmadıklarını, Abhazya konusunun genellikle oldukça kapalı olduğunu savunuyor. Bunun sebebini Hayri ancak, 2011 yılında “Sürgün” romanını bitirdiğinde anlayabilmiş.

Kitabın yayınlanmasından sonra bir ermeni yazarın kendisini arayıp görüşmek istediğini anlatıyor. Görüştüklerinde yazarın kendisine bir itirafta bulunduğunu söylüyor. Yazar, onun romanını okuduktan sonra, Ermenilerin çocuklarını yanlış yetiştirdikleri kanısına vardığını şu sözlerle dile getirmiş, “Biz romanlarımızda sürekli bize ne kadar kötü davranıldığından, yaşadığımız çilelerden, bize yapılanlardan, nasıl katledildiğimizden bahsediyoruz. Ağlıyor ve acı çekiyoruz. Senin hikayende de sürgün var, yokluk var, acılar var ama insanlar başlarını eğmiyorlar. Nerede olurlarsa olsunlar başları hep dik. Senin romanından anladım ki, aileleriniz sizleri yakınarak, ağlanarak değil, her zaman başınızı dik tutarak kendinize saygı duyarak yaşamanızı öğreterek büyütmüşler”.

Hayri, atalarının her zaman anavatan topraklarına geri dönme umudu ile “apsuara” (Abhazların ahlak ve etik kuralları) kavramını yaşattıklarını, çocuklarını Abhaz örf ve adetlerine göre yetiştirdiklerini belirtiyor.

Yabancı topraklarda bile çocuklarını yetiştirirken Abhazlar, koşulsuz şartsız vatan sevgisini onlara aşılıyorlarmış.

Hayri, “Büyüklerimiz bize her zaman Türk örf ve adetlerine saygı duymamızı, ancak hiçbir zaman onları kendimizin gibi göremememizi tembihlerlerdi. Bizleri “apsuarayı” kaybedersek her şeyi kaybedeceğimize inandırmışlardı. Babalarımız bize nerede nasıl davranmamız gerektiğini tembihlemezdi, kendileri örnek olur, her zaman Abhazlığın gerektirdiği şekilde davranırlardı” diye hatırlıyor.

“Nart” yayın evi

Bir gün, Türkiye'de tanınmış Abhaz diasporasının temsilcisi, bilim adamı Omar Biguaa Hayri Kutarba’yı davet ederek ona Abhaz Devlet Üniversitesi Rektörü Aleko Gvaramia’dan gelen mektubu göstermiş. Mektupta, çok yakın bir zamanda Abhazya topraklarında savaşın patlak verebileceği yazıyormuş. Bu mektup Hayri’yi çok etkilemiş. Türkiye’de bulunan birisi olarak anavatan için ne yapabileceklerini düşünürken arkadaşları ile “Nart” basın evini kurmaya karar vermişler.

Basın evi olarak, Abhazya hakkında bilgi veren, dününden ve bugününden bahseden önemli kitapları çevirmeye çalışıyorlarmış. Kitaplar Türkiye’de yaşayan Abhaz diasporasında ses getirmiş. Kitaplar arasında Yura Argun ve Georgiy Amıçba gibi isimlerin çalışmaları da bulunmaktaymış. Hayri’nin kendisi de bir yazar olarak “Çerkezlerin tarihi” kitabını çıkarmış. Ancak en önemli çalışması 1990 yılında Bagrat Şinkuba’nın romanı “Son ubıh”ı Türkçeye çevirmesi olmuş.

1992-1993 Abhaz Ulusunun Kurtuluş Savaşı’nın bitmesinden sonra Hayri ve arkadaşları basımlarını durdurmamış “Alaşara” dergisini basmaya devam etmiş.

Evinde kendi evin olması

Kutarba Abhazya’ya ilk olarak 1990 yılında gelmiş, 2006 yılında ise tamamen anavatanına dönüş yaparak burada yaşamaya karar vermiş. Hayri, “Neredeyse ellerim boş olarak, yanımda çok fazla eşya ve para olmadan geldim. Geldim ve Gulripş’ta yaşıyorum”, diyor.

Devlet Geri Dönüş Komitesi (Şuan Devlet Geri Dönüş Bakanlığı) Hayri’ye Gulripş bölgesinde yarı inşaat halinde bir ev alabilmesi için yardım etmiş. Evin yerini çok sevmiş. Meslek olarak da inşaat mühendisi olan Kutarba çok emek vererek evi tamamlamış.

Hayri Abhazya’da “herkes mühendis” olduğu için mesleği üzerine çalışmanın “çokta mümkün olmadığını” üzülerek dile getiriyor. Ancak Türkiye’de de yakın bir zamana kadar durumun bundan farklı olmadığını sözlerine ekliyor. Herkesin evlerini kendilerinin yaptığını, beş-altı kat çıktıklarını ve 2011 yılında deprem olması ile çoğunun yıkılarak çok can kaybına sebep olduğunu anlatıyor. Bu olayın ardından Türkiye’de inşaat alanında kontrollerin çok sıkı olduğunu sözlerine ekleyen Hayri, Abhazya’da henüz “herkes kendine mühendis” diyor.

Kutarba, “Birisi için bir inşaya başlıyorsun. Başlarda çok beğeniyor, sonra bir şeyler değiştirmeye, o sana bir şeyler öğretmeye başlıyor. Onun söylediği gibi yaparsan evin yıkılacağını söylediğinde ise kırılıyor. Bu sebeple burada çalışamıyorum. Evde işsiz oturuyorum. Sebzelerimi ektiğim bahçem var. Ayrıca özenle ilgilendiğim kendi meyve bahçemi de oluşturdum. Birçok farklı meyve ağacım var. Pazardan çok az şey alıyorum. Eğer çoğu repatriant gibi apartmanda yaşasaydım sanırım geçinebilmem biraz zor olurdu”, diye bizimle paylaşıyor.

Hayri Kutarba kendisini televizyon sunuculuğunda da denemiş. Yaklaşık iki yıl boyunca «Abaza-TV» kanalında «Anavatanın kalp atışları» adlı televizyon programını sunmuş. Bu programda diasporadan haberlerin yanı sıra repatrinatların problemleri de ele alınmış.

Hayri artık anavatanında yaşıyor ve tek bir şeyden üzüntü duyduğunu, bunun insanların çoğunun konuşabilecekken konuşmamalarından dolayı Abhazcayı az duyması olduğunu belirtiyor. Ayrıca repatriantlar ve anavatanda doğmuş olan insanlar arasında daha iyi bir iletişim ve karşılıklı anlayış olmasını istediğini söylüyor.